Mevlânâ, okuyucularına, avâmî bir hikâyenin içinde dahî çoğu kere birtakım semboller kullanarak en derin duygu ve düşüncelere kapı açan bir his ve fikir âlemi sunmaktadır. Mesnevî’deki böyle hikâyelerden biri de şudur: "Kuşun biri, hile ve tuzakla yakalanmıştı. Kuş, kendini yakalayana dedi ki: "–Ey efendi! Sen hayatında birçok sığır ve koyun yemişsindir; birçok deve de kur-ban etmişsindir! Sen onların etleriyle dahî doymadın, benim bedenimle mi doyacaksın?! Beni serbest bırak da, sana üç öğüt vereyim. Vereyim de, bil bakalım akıllı mıyım, aptal mıyım? O üç öğüdümün birincisini senin elinde vereyim, ikinci öğüdümü samanla karışık balçıktan yapılmış damının üstünde vereyim. Üçüncüsünü de ağacın üstüne konunca söylerim. Sen, bu üç öğüt yüzünden mes’ûd olursun! Elinde iken vereceğim öğüt şudur: "Olmayacak şeye, kim söylerse söylesin, inanma!” Kuş, bu değerli öğüdü söyleyince, kendini yakalamış olan el gevşedi, o da âzâd oldu, uçtu ve duvarın üstüne kondu. Orada ikinci öğüdünü söyledi: "Bir de geçmiş gitmiş şeye gam çekme! Bir şey senden geçip gittikten sonra, onun hasretini çekme! Geçmişe acımak, geçmişe hasret duymak yanlış bir iştir; giden geri gelmez! Onu yâd etmek de boş şeydir!” Ondan sonra dedi ki: "–İçimde on dirhem ağırlığında çok kıymetli, eşi bulunmaz bir inci vardır! O inci, seni de, çocuklarını da devlete ve saâdete kavuştururdu! Fakat, kısmetin değilmiş; dünyada eşi bulunmayan o inciyi kaçırdın!” Bunun üzerine avcı feryâd u figân etmeye koyuldu. Kuş, avcının bu hareketi üzerine: "–Sakın "Geçmiş bir şeye gam çekme!” demedim mi!?” dedi. Mâdem ki inci elinden gitti, neden gam çekiyorsun? Sözümü anlamadın mı?! Yâhut sağır mısın? Sonra, bir de sana, "Olmayacak şeye sakın aldanma!» demedim mi!?” dedi. Ve devamla: "–A aslanım; benim kendim üç dirhem gelmez bir serçe kuşu iken, içimde on dirhemlik inci nasıl bulunabilir?” Adam kendine geldi de: "–Pekiyi!” dedi. «Haydi, o üçüncü öğüdü de söyle!” "–Evet!” dedi kuş. «Öbür öğütleri tuttun da, üçüncüsünü sana bedâva söyleyeyim, öyle mi? Gaflet uykusuna dalmış bir bilgisize öğüt vermek, çorak bir yere tohum ekmektir! Yahud çölü sulamak gibidir. Ahmaklığın, bilgisizliğin yırttığı şeyi, artık hiçbir yama tutmaz! Ey öğütçü; oraya hikmet tohumu pek ekme!”” (Osman Nûri Topbaş, İnsan Denilen Muamma, Erkam Yay.) |