Ebû Saîd Nişâburî Hazretleri bir gün talebelerine: "– Binitleri hazırlayın, kasabaya gidiyoruz.” dedi. Hazırlıklar yapıldı ve Hazret-i Pîr, bir grup talebeyi de beraberine alarak yola koyuldu. Nişâbur’da bir köye vardıklarında sordu: "– Bu köyün adı nedir?” Cevâben: "– Der-i dost, yâni dostun kapısıdır.” dediler. Bunun üzerine Ebû Saîd (ks) orada konaklamaya karar verdi. Bir günlük misafirlikten sonra bazı talebeleri: "– Efendim, hani kasabaya gidecektik; yolumuza devam etmeyecek miyiz?” dediler. Gönlü mânevî sırlarla dolu Ebû Saîd Hazretleri de onlara: "– Âşığın, dost kapısına ulaşabilmesi için çok yollar katetmesi gerekir. Biz mâdem ki buraya, yâni bu "dost kapısı”na ulaştık, artık nereye gidelim?” buyurdu. Kırk gün orada kaldı. Birçok mânevî hâller yaşandı ve köy halkından pek çok kimse Ebû Saîd (ks)’un mübârek ve feyizli sohbetleriyle tevbeye nâil olup, onun sâdık talebeleri oldular. İşte Hazret-i Pîr’in "dost kapısı” olarak kasdettiği asıl mânâ bu idi, yâni gönüller fethetmek… Zîrâ dostun rızâ sarayının kapısının açılması, ancak oraya kazanılmış bir gönül götürebilmekle mümkündü.. (Osman Nûri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yay.) |