O öyle bir şahsiyettir ki, O'nu kendilerine rehber edinip kendisine tabî olanların her biri göklerdeki yıldızlar gibi insanlığın mümtaz şahsiyetleri olmuş; ebedî seâdet ve huzûra ermişlerdir. O'na muhâlefet edenler ise, ebedî bir pişmanlık ve perîşanlığa sürüklenmişlerdir. O öyle bir şahsiyettir ki, Cenâb-ı Hak O'na «habîbim» demiştir. O öyle bir şahsiyettir ki, her yönüyle insanlık için serâpâ bir rahmetten ibarettir. Bu meyanda O'nun kalbinin insanlara karşı ne derecede şefkat ve merhametle dolu olduğunu şu âyet-i kerîme ne güzel sergiler: "Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin hüsrânınıza üzülüyor, saâdetinizi cidden istiyor, mü'minler için yüreği rikkat ve merhametle çarpıyor." (Tevbe, 128) O'nun engin şefkat, rahmet ve merhamet dolu hâlinden birkaç hususu Hz. Âişe (ranhâ) şu şekilde tavsîf eder: "O, hiç kimseyi ayıplamaz, kötülüğe mukâbele etmez, af ve hoşgörülükle muâmele eder, kötülükten uzak kalırdı. Nefsi için bir kimseden intikâm almış değildir. Hiçbir köle ve hizmetçiyi, hattâ bir hayvanı bile incitmemiştir. Yanlış davranışları ise afvetmiştir. Bir hâcet dileyen yoksulu boş çevirdiği vâkî değildir. Yanında bir şey bulunmazsa o vakit başka..." Nitekim O'nun teblîğ vazîfesindeki ulvî muvaffakıyeti de, bu yüksek hâllerinin bir bereketi olmuştur.(Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Mayıs-2002) |